Yıllardır Pedro Almodavar’ın ve Ferzan Özpetek’in filmlerini takip ederim. Onların gay bakış açısına hakimdim ama hiç birinden bir Ang Lee filmi olan Brokeback Mountain kadar etkilenmedim. Bu durum ne oyuncuların müthiş performansından ne de yönetmenin tarzından kaynaklanıyordu. Bu tamamen senaryonun beni GAY-HETERO kimlik çatışmasını irdelemeye itmesinden kaynaklanıyordu.
Diğer filmlerde gay olarak addettiğimiz delikanlılar sapına kadar gaydiler. Yani durum çok netti. Onlar bu şekilde doğmuşlardı ve bu kabullenebileceğimiz bir durumdu. Oysa Brokeback Mountain’da ise kafa karıştırıcı ilişkiler yumağı mevcut. Filmde kahramanlarımız bir yandan evliliklerini sürdürmeye çalışırken diğer yandan da birbirilerine olan aşklarını her yıl balığa çıkma adı altında yaşamaya devam etmektedirler. Birinin evliliğinde geçim sıkıntısı sebebiyle yaşanan gerginlikler, diğerinin evinde ise iç güveyi olmanın verdiği eziklikten kaynaklanan gerilimler yaşanmaktadır. Delikanlılarımız tüm bu kabuslardan birbirlerinin kollarında arınmaktadırlar. Kahramanlarımızın eşleri ise; para odaklı, gösterişi seven, sürekli talepte bulunan kısaca erkeklere hayatı zorlaştırsın diye dünyaya gelmiş iki klasik kadındılar. Benim soru işaretlerimden biri de tam bu noktadan itibaren başlıyor. Duygusal olan biz kadınlar değil miydik? Ota boka ağlayan, vicdanlı olan, sevebilen ve sevgisini gösteren biz değil miydik? Düşünüyorum biraz genel olarak kadınları, sonra kız arkadaşlarımı, onların ilişkilerini, neler istediklerini, neden mutsuz olduklarını...Evet kadınlar seviyor ama duygusal değiller aslında. Hep bir beklenti mevcut ilişkilerde yahut evliliklerde. Bir evimiz varsa ikincisi olsun, çocuğum en iyi okula gitsin, tek taşım olsun, daha çok paramız olsun, daha çok ilgi göstersin, doğum günümde çiçek alsın...bu liste uzar gider. Kadın bir erkekte aradığını bulamıyorsa, beklentileri karşılanmıyorsa ne kadar severse sevsin arkasına bakmadan çeker gider. Erkek o vakitten sonra sürünse de artık çok geçtir. Karar verilmiştir ve dönüşü yoktur. Hatta acımasızca gelecek biliyorum ama çoktan yeni birini bile bulmuştur. Hoş bir çoğu da bulmadan bırakmaz zaten. İşe bir başka açıdan baktığım da ise; bu kadar talepkar bir karşı cins olmasaydı dünya da ileri seviyede bir medeniyete ulaşamazdı diye düşünüyorum. Yani dünyada sadece erkekler yaşıyor olsaydı eminim futbolu yine bulurlardı ama mağarada yaşamaya da devam ederlerdi. Kadın, bitmek bilmeyen talepleriyle tüm bu teknolojinin, lüksün hatta ekonominin oluşmasında inanılmaz derecede büyük bir itici güç olmuş bana kalırsa ..
Ben yine konudan saptım. Neyse filme dönecek olursak şimdi bu delikanlılar gay midir yoksa sadece karısının dırdırından, yaşam kavgasından, sorumluluklardan sıkılıp huzuru birbirlerinde mi bulmuşlardır? Yani bir erkek hem kadını hem de erkeği aynı zaman diliminde çekici bulup cinselliği her ikisiyle de yaşayabilir mi? Buradan başka bir filme Vicky Cristina Barcelona Barcelona’ya gidiyorum ve filmden küçük bir alıntı sunmak istiyorum. Cristina arkadaşlarına bir kadınla olan sevişmesini anlatıyor. Bunun üzerine arkadaşı ‘ne o şimdi de lezbiyen mi oldun ‘ diye soruyor. Cristina ise cevap olarak ‘etiketlerden hoşlanmıyorum ben Cristinayım, o an onu hissettim ve yaşadım’ der. Bu durumda karşındakinin illaki kadın ya da erkek olması gerekmiyor cinselliği yaşamak için. Ne olursan ol her zaman diğer tarafa duygusal hisler besleme şansın var yani? Bu mudur? Anlamadım, çıkamadım bu işin içinden..??? Bana kalırsa herkes yerini bilsin, ordan oraya zıplamasın. Gay gayliğini bilsin, hetero da heteroluğunu!!
12 Eylül 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder