Bu hikayedeki kahramanlar ve olaylar tamamen benim hayal gücümle ortaya çıkmış olup gerçekle yakından veya uzaktan alakaları yoktur.
BÖLÜM I
Bir yaz gecesi.... İçine çektikçe daha da güzelleşen hava ve tüm güzelliğini usulca teşhir eden bir kadın gibi görünen İstanbul.... Bu mekanı bu yüzden bu kadar çok seviyordum sanırım. Yukardasın, dört bir tarafın alabildiğine İstanbul’a açılıyor, kulağında sevdiğin şarkılar ve favori içkin yanı başında. Başka ne bekleyebilirim güzel bir geceden. Tam da bu şehre aşık olmamak elde mi diye düşünürken yanımda olduğunu bir anlığına unuttuğum Pelin ‘Off ya erkekler aramamayı nasıl beceriyorlar? Sence arasam mı?’ diyerek varlığını hatırlatıverdi. Ben ne diyebilirim ki şimdi kıza. Yani arama desem bütün gece başımın etini yiyecek ’acaba nerde şimdi, n’apıyor, neden aramıyor beni ya’ gibi cümlelerle. Ara desem, çocuk açmasa hele bir de geri dönüş de yapmasa vay halime gecem hepten rezil olacak. Ben bu açmazdayken birden onunla göz göze geldim. Ağzımdan kelimeler dökülüyordu dökülmesine ama ne dediğimin farkında bile değildim. Biriyle bakışmayı oldum olası beceremediğimden kaçamak bakışlarla beni izleyip izlemediğini kontrol etmeye çalışıyordum. İsmini o zamanlar henüz bilmediğim bu adam; buğday rengi teniyle, yeşille ela arası gidip gelen gözleriyle, tam istediğim gibi mükemmel görünen damarlı elleriyle, yine tam benim sevdiğim gibi Bruce Willis modeli alnıyla gerçekten de beni süzüyordu. Bir yandan kaçamak bakışlar atarken bir yandan da içten içe merak ediyordum gelip benimle tanışmak için acaba nasıl bir bahane uyduracaktı. Zaman akıyor, Pelin hala aralıksız yakınıyor ve ben bu adamdan gözlerimi kaçırmayı becersem de aklımı alamıyordum. Her zaman hayret etmişimdir; bir insanla sadece göz göze gelmekle nabız sanki 100 metre koşusundan çıkmış gibi nasıl yükselebilir. İlk aşkım beni terk ettiğinde anlamıştım neden kalple sevildiğini. Sadece kalbin ağrıyor çünkü acı çekerken, nefes alamıyorsun ve sanki üstüne bir ton yük bırakılmış gibi hissediyorsun. Acaba aşık mı olmuştum? Aşk neydi ki? Nasıl bir şey, tepkileri, etkileri neler? Tanrı gibi o da sanırım. Elle tutulamıyor ama hissediliyor. Tanımlarını da net olarak yapamamamız ya da varlıklarından arada kuşku duymamız da bu yüzden mi acaba? Kafamda ufak bir karmaşa yaşarken birden fark ettim ki bu adam hala benimle tanışmak için herhangi bir hamlede bulunmamıştı. E o halde ben neyin savaşını veriyordum ki? Adam belli ki beni izlemek dışında bir şey yapmayacak. Belki cesaretsizliğinden belki evli olmasından Tanrı bilir sebep ne ise artık ben ilgilenmiyordum onunla. Bütün gece bana gelmesini beklemek yerine Pelin’in yakınmalarına çare bulmayı tercih ederim. Hem tanışsa ne olabilirdi ki; muhtemelen gecenin ilerleyen vakitlerinde beni kendi evine masum bir kahve içmeye davet edecekti ve ben bu parantez arası masum olan daveti hafif çakır keyif olmama rağmen nazikçe ve büyük bir hayal kırıklığıyla reddedecektim. Eğer erkek kadını tanışır tanışmaz evine davet ediyorsa kusura bakmasın yahut inkar etmesin kimse ama tek derdi gerçekten sadece o geceyi hoş bir kadınla geçirmektir. Elbette istisnalarımız mevcuttur ama benim için şehir efsanesinden öteye geçemezler. En nihayetinde böyle bir hayal kırıklığı yaşamak yerine ben, onu görmezden gelmeyi seçtim. Kimi kandırıyorum ki? Daha fazla bu acıyı yaşatamazdım kendime ve Pelin’e ‘Hadi artık gidelim belli ki senin de keyfin yok’ dedim ve mekanı terk ettik. Eve nihayet ulaşmıştım. (Nedense dönüşler her zaman gidişlerden daha uzun sürüyormuş gibi gelir bana) Makyajımı temizleyip dişlerimi fırçalayacak gücü kendimde zar zor bulup da yastığa kafamı koyduğumda klasik hesaplaşma seansım da başladı. Acaba o kadar erken ayrılmasa mıydım mekandan? Ne de olsa sadece bir bakışla yakaladığım bu heyecanı her Allah’ın günü hissettiğim yoktu. Amann altı üstü bir bakışma yani adam tam aradığım gibi olsa da ne yaşandı ki öffff yeter uyuyorummm.
Ertesi gün tıpkı dolabımda hiç giymediğim ama atmaya da kıyamadığım kıyafetlerimden biri gibi olan arkadaşım Ceren’in yaklaşık olarak on beş gün önceden ‘kimseye söz verme bu partiye kesin gideceğiz’ diyerek rezervasyonunu yapmış olduğu gece için istemeye istemeye hazırlanmaya başlamıştım. Yani sırf Ceren eski ama bir türlü unutadığı erkek arkadaşını görecek diye tanımadığım insanların evine alakasız şekilde gidecektim. Yeni insanlarla tanışacak, yapmacık muhabbetler yapacak bir ruh halim kesinlikle yoktu. Ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Ne uydursam da kızın canını sıkmadan cayabilsem diye düşünürken telefonum çaldı. ‘Otuz dakika sonra seni Nişantaşı’ndaki Starbucks’ın önünde bekliyorum byeee’ dedi Ceren. Salına salına somurtkan suratıma sevimli maskemi geçirmek suretiyle çıktım evden. Evet Ceren aynen söylediği yerde beni bekliyordu. Hızlı adımlarla o da bana doğru yürümeye başladı ve ‘Ya nerde kaldın ağaç oldum hadi geç kalıyoruz çok heyecanlıyım sence görünce nasıl davranmalıyım’ dedi. O sırada benim aklımdan geçenler !’^2^+&/()=????%& ‘dan ibaretti ama ben tabi ki her zamanki klasik cümlelerimden bir kaç tane savurdum. Normal ben oturup saatlerce konuşup ona ne yapması gerektiğini anlatırdı. Ama zaman geçtikçe anladım ki benim sözcüklerim sadece uzayda başı boş şekilde dolaşıyorlar. O zamandan beri hem kayıtsız kalıp karşımdakini üzmeyen hem de beni saatlerce sürebilecek konuşmalardan kurtaran harika cümleleri kullanır olmuştum. Derken sokağa kadar taşan müzik seslerinden anladım ki parti evimize ulaşmıştık. Kapıyı tarzından kesinlikle reklam şirketlerinden birinde çalıştığına emin olduğum esmer, uzun boylu ve sporu severek yaptığı her halinden belli hoş bir adam açtı. Sıkılarak gelmiştim ama açıkçası bu karşılama oldukça hoşuma gitmişti. Kısa süren holü atlattıktan sonra oldukça büyük ve zevkli döşenmiş salona doğru ilerledik. Klasik Nişantaşı evlerinden biriydi, yüksek tavanlar eski ama bakımlı kapılar, büyük pencereler ve hafif gıcırdayan ahşap zemin. Partiyi veren masraftan kaçınmamış, gece için catering firması ve bir de dj ile anlaşmıştı. İçeride orta yaşlarına yakın ve orta yaşlarında olan bir kalabalık bulunuyordu. Etrafı usulca süzerken Ceren ‘Nasıl pişman mısın geldiğine? Aaaa bak işte orda Hakan hay Allah’ım n’apıcam selam versem mi?' dedi. Kafamı işaret ettiği yöne doğru çevirmemle gözlerimin yerinden fırlaması bir oldu. İşte ordaydı tam karşımda duruyordu. İşin berbat yanı ise onun ve beyin hücrelerimi geçici olarak kaybettiğim bir dönemimde kısa süreliğine beraber olma gafletinde bulunduğum geri zekalının önde gideni Arda’nın muhabbet halinde olmalarıydı. İşte şimdi asıl ben ne yapacaktım??
gecenin şarkısı: Bliss-Long life to you my friend
21 Eylül 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
hu huuu
ne yapacaksın? sabırsızlanıyoruz:)
Yorum Gönder