Pulp Fiction’ı ilk kez izlerkenki heyecanımı, sessiz kıpırdanmalarımı, hayretten bir türlü kapalı tutmayı beceremediğim ağzımı, tam yerinde giren muhteşem müziklerini, sonradan neredeyse ezberlediğim repliklerini o kadar net hatırlıyorum ki kendime şaşırıyorum. Bir film beni ancak bu kadar etkileyebilirdi. Üstelik bu film bohem bir esmer olarak karşımıza çıkan Uma Thurman’ın doğuşunu, John Travolta’nın dönüşünü ve Bruce Willis’in de sadece fırlama rollerin adamı olmadığını da müjdeliyordu. Kimdi tüm bunları bir araya getiren diye sormamak, hayran kalmamak elde değildi..Ve Tarantino artık hayatımdaydı. Film izlemeyi hep çok sevmiştim ama Tarantino’yu tanıyana dek bir yönetmenin sıkı takipçisi olmamıştım hiç. Nitekim bu takibim boşa çıkmamıştı. Filmlerinin ve senaryolarının devamı da aynı muhteşemlikle beni baştan çıkarmaya devam etmişti.
Şimdi burada adamın yaptığı tüm filmlerin her birinden ayrı ayrı etkilenmiş olsam da hepsinden bahsetmeyeceğim. Yalnız Kill Bill volume 1 ve 2 ‘ye değinmeden de geçemeyeceğim. Nitekim asıl noktam olan son filmi Inglourious Basterds’da Kill Bill’e göndermeleri aynı müziği kullanacak kadar fazlaydı. Bu adam intikam duygusuna bayılıyor. Özellikle de kadınınkine..Adam, bir kadının birikmiş kininini, içindeki tüm duygusallığı öldürmek suretiyle acısını nefrete dönüştürmesini,sabırla o günü beklemesini, o kin ve hırsla bir erkeği dahi gölgede bırakacak şekilde güçlenmesini ince ince ve büyük bir zevkle işliyor filmlerinde. Sanki kadının üstünlüğünü kendisi çoktan kabul etmiş de bunu bütün dünyaya ispatlamak istiyor. Herhalde hepimizin bildiği üzere Kill Bill1-2’nin kahramanı nam-ı değer black mamba-Beatrix Kiddo buna en güzel örnek olsa gerek.Filmin konusu tek cümleyle açıklanabilecek kadar basitti aslında ama gel gör ki içerik, çekimler, sürekli merakını ayakta tutan, tahminlerine fırsat bırakmadan flashbacklerle devam eden bir film akışı, her karakteri ayrı ayrı mercek altına yatıran kareleri insanı aynı filmi sıkılmadan defalarca izleyebilecek kadar etkiliyor. Buraya kadar her şey harika ama aynı esintiyi yaratmak istediğini tahmin ettiğim Inglourious Basterds’da ne yazık ki aynı etkiyi yakalayamamış. Hani akşam yemeğine çok önemli bir konuğunuz vardır ve siz her şey mükemmel olsun istersiniz üstelik bunun için elinizde tüm malzeme ve imkanlarda hazırdır ama yemekler tuzsuz olmuştur. Üstelik sonradan konan tuzda aynı tadı vermez. Bu film de biraz öyle olmuş gibi geldi bana. Halbuki çekimlerine başlandığını duyduğumda üstelikte bana göre Tanrı’nın kadınlara bir kıyağı olan Brad Pitt’inde başrolde oynayacağını öğrendiğimde daha da büyük bir sabırsızlıkla beklemiştim bu filmi. Ama ne yalan söyleyeyim olmamış. Yine intikamdı konumuz. Yine filmin bir kenarından kadının ölümü göze alan intikamı da işlenmişti. Ama dedim ya işte kenarından..Brad Pitt’in karakterine yeterince vurgu yapılmamış, sönük kalmıştı. O sadece çılgın, komik ve vahşiydi. Ama herhalde bu filmde tek akılda kalacak olan ve bana kalırsa bu filmden sonra da yıldızı parlayacak olan biri varsa eğer o da zeki, kibar ama beklenmedik şekilde acımasız olan SS Subayımız Christoph Waltz’dır. Daha filmin ilk sahnesinde kim bu adam diyorsun devamında ise hayranlığına engel olamıyorsun.
Özetle ben kendi adıma büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Gerçekten hayran olduğum iki adamın aynı filmde birleşmesinden belki de ben çok şey bekledim. Ya da daha önce hiç Tarantino filmi izlememiş olsaydım bu filmi belki de çok beğenirdim. Bilmiyorum. Tek bildiğim bu filme ikinci bir şans vermeyeceğim.
28 Ağustos 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
filmi henuz seyredemedim ama ben de bir tarantino hayrani olarak yazini okuduktan sonra daha da meraklandim..:)
bu arada blogun hayirli olsun hepimize, bir blog acmak icin gec bile kalmistin zaten ;)
Yorum Gönder