19 Kasım 2009 Perşembe

GAYİZ GAYSİNİZ GAYLER

AKADEMİ 14


Yirmi yaşlarındaydım ilk defa gay bara adım attığımda. Meraklıydım ve İstanbulumu sonuna kadar sömürmeye kararlıydım. Üniversitenin ilk yılları aslında yalan söylemeyeyim şimdi yedi yıl devam eden üniversite hayatım boyunca bırakın Cuma cumartesiyi neredeyse haftanın her gecesi soluğu dışarıda alıyordum. O zamanlar en sık Teoman’ı dinlemeye Doors’a bir de Athena’yı dinlemeye Captain Hook’a giderdik. Bu mekanlarda da çok eğlendik, coştuk, zıpladık ama hiç biri Akademi 14 kadar aklımda kalmadı. Akademi 14; İzzet Çapa’nın şimdiki Heaven’ın yerinde açtığı ufacık tefecik salaş bir gay bardı. Neredeyse salonum büyüklüğünde olan bu mekan, iddiasız dekorasyonuna, sıradan müziğine rağmen kapısında kuyruklar oluşturmayı başarmıştı. İçeride, dışarıda gizlenen kimlikler adeta en doğal halleriymiş gibi ayyuka çıkıyordu. Normalde gay olabileceği aklınızın ucundan dahi geçmeyecek adamlar birbirini öpüyor, kadınlar kız arkadaşlarına erkek gibi sahip çıkıyor, straightlerde kendi hallerinde eğleniyordu. İlk başlarda, bu tuhaf ortamı yandan yandan ‘aman allahım’ bakışlarıyla izlerken karizmayı çizdirmemek adına her şey gayet normalmiş edasında dans ediyordum. Ancak zamanla Akademi 14’ün gittiğim tüm mekanlardan çok daha gerçek çok daha güvenli olduğuna karar verdim.  Ne birbirini kesen sahte bakışlar ne de kasıntı tavırlar vardı. Herkes medeniyetin gerektirdiği kadar samimi ve sınırlarını bilecek kadar da mesafeliydi. Şimdi; wc’leri gay, straight diye ayrılmış, projeksiyonda animasyon porno oynatan, üstlerinde sadece tangayla denizci şapkası olan spor salonundan taze çıkmış kas yığını erkeklerin bara çıkıp dans ettiği bir clup hayal edin. Kulağa ne kadar yozlaşmış geliyor. Ama benim gözlemlediğim en düzgün, en medeni insanlar ordaydı. Ön yargımı çöpe attığım yıllarda o zamanlara denk gelir. Ne yazık ki her eğlenceli mekanın başına gelen Akademi 14’ün de geldi. Adının duyulmaya başlamasıyla birlikte olur olmaz ziyan insanların da uğrak yeri de olmaya başlayan mekan, genç bir arkadaşımızın çıkan kavga sonrası hayatını kaybetmesiyle gece hayatına perdelerini kapattı.

TEK YÖN

Gay bir arkadaşımızın ısrarlarına dayanamayarak gittim Tek Yön’e. Mekan, adının hakkını sonuna kadar veriyor gerçekten de zira karşı cinsi temsilen sadece ben ve Damla vardık. Garsonundan dj’yine kadar herkes gaydi. İçeride hakimiyet varoşlardaydı. File atletlerle gezen hafif kilolu arkadaşlar, müteahhit kılıklı takım elbiseli amcalar, artık iyice İstanbullu olmuş yabancı uyruklular dikkat çeken arkadaşlar arasındaydılar. Kimi el ele tutuşmak suretiyle romantik takılmakta kimi de geceyi kurtaracak arayışlar içerisindeydi. Hınca hınç erkek kaynayan bir mekanda yokmuşuz gibi davranılması gücüme gitmedi değil. Mekanın kapıları kadınlara açık olsa da içeride fazla barınmanız mümkün değil. İster istemez dışlanıyorsunuz. Biz de baktık, gördük ve kendimizi Love’ a attık.

LOVE BAR

Harbiye’de vaktinde Captain Hook diye anılan mekanımız nur topu gibi bir gay bar doğurmuş. Süslü püslü, kırmızı ağırlıklı, bol bol parlak objelerin kullanıldığı, üstü çıplak papyonlu ve fötr şapkalı garsonlarımızın sexi sexi servis yaptığı mekanımızın dizaynı belli ki modaya yön veren gay dekoratörlerden birinin elinden çıkmış. Love Bar’ı merak edip gitmek isteyen hem cinslerime şimdiden söyleyeyim kadınların içeri alınmadığı tek mekandır kendisi. Bizzat lezbiyen taklidi yapan arkadaşların alınmadığına şahit olmuş biri olarak söylüyorum mutlaka kolunuza erkek arkadaşınızı takın giderken.

İçeride sanki daha çok straight erkekler ağırlıklı. Ne garsonlar ne de CK iç çamaşırlarıyla dans eden baylar gay. Nasıl olduysa delikanlı gençlerimiz, kadınların gay barları çok sevdiğine dair bir duyum almışlar ve av için bu mekanı seçmişler. Mekanda Nihat Odabaşından, Gülşen’ine, Hande Yener’ine kadar bir çok marjinal geçinen ünlümüzü görmek mümkün. Bar daha çok gay bar konseptinin priminden yararlanmak adına açılmış. Yine de sıkıldığımı söyleyemem zira gerçekten incelemeye değer çok ilginç gay çiftler görmedim değil. Her biri yüz ellişer kilodan oluşan dörtlü gay grubu hala unutamıyorum mesela..

BİGUDİ

Merak sınır tanımıyor arkadaşlar. Lezbiyen olarak adlandırılabilecek hiçbir eylemim olmamasına rağmen bizim Türk lezbiyenler (sanki yabancısını biliyoruz) nasıl oluyor diye merak edip üç kız kendimizi Bigudi’de bulduk. Adresi internetten öğrenmiştik ama Bigudiyi bulmakta baya zorlandık. Aslında zor olan adres değil, lezbiyen damgası yemeden insanlara ‘Bigudi nerede acaba?’ diye sormaktı. Birkaç kat asansör bir kaçta merdiven tırmanışı sonrası girişteki kadın-adamla yüz yüze gelmeyi başardık. Giriş ücretlerimizi ödemek suretiyle kapılar bize ardına kadar açıldı ama mekan erkeklere tamamen kapalı. Hoş ben bazı kadınları resmen erkek sanmıştım. Gerek giyinişleri gerek hal ve hareketleriyle erkekten farkı olmayan bu kadınların erkek olmadıklarına inanmak oldukça güç. Zira bazılarının sakalları dahi vardı. Dekorasyon berbattı. Salaşlıkla pislik arası gidip gelen bir görüntü hakimdi. Bir yanda bar, onun yanında dj kabini, ortada birkaç bistro diğer yanda da kızlar çıkıp hünerlerini göstersin diye konmuş stant vardı. Gözlemlediğim kadarıyla çiftlerden biri mutlaka erkek görünümünde diğeri de fingirdek kız kıvamındaydı. Erkek görünümlü olanların bir elleri fingirdeklerin belindeyken diğer elleri de rakılarındaydı. Her an kavga çıkarmaya müsait bu arkadaşların etrafa attıkları pis bakışları gerçekten de erkeği aratmıyordu. Üçümüz, Fransız tadında etrafı süzerken yanımızda yarma gül’ün sakallı halini andıran garson beliriverdi. İçmeyeceğimden emin olsam da tırsmış bir ifadeyle bira söyledim kendisine. Elimde biramla kızlarla etrafı çekiştirirken Pelin’e zibidi kılıklı, en fazla yirmili yaşlarında görünen oldukça heyecanlı bir genç kızımız ‘benimle dans eder misin?’ diye sordu. Pelin kırmadı genç kızımızın hevesini ve kızla dans etmeye başladı. Bu durum Güliz’le beni bozmadı değil. Demek biz lezbiyenlerin tipi değiliz diye hayıflandık hafiften. Derken kızımız bizim grubun içine yavaş yavaş sızdı ve başladı muhabbete. Bana doğru eğildi ve beklenen soruyu patlattı. ‘Sen lezbiyen misin?’ Ben soruya önceden hazırlanılmış net cevabımı verdim. ‘Kesinlikle değilim.’ Karşı tarafta olmanın gururu dört bir yanımı sararken kızımız bana ‘Hmm demek doğru kadına hala rastlayamamışsın.’ dedi ve tüm karizmamı çıtır çıtır yedi. Tabi ki kıza sadece şaşkın ifademi gizleyebildiğim kadar gülümsemekle yetindim. Bigudi de fazla kalamadık, kalıplaşmış müşterisi bizim gibi heteroları kusmaya çok hevesliydi. Haksız da sayılmazlardı aslında. Kadın görünümlü erkekleri görmeye alışmıştık ama erkek görünümlü kadınlıktan nasibini almamışlara karşı aynı alışkanlığımız mevcut değildi.

Biz orta halli burjuva hallerimizle her ortama girebileceğimizi vurgulamaya çalışırken onlar bu dünyada bizlere yerleri olmadığını net tavırlarla belirttiler. Ya sonuna kadar içerdesindir ya da dışında. Tadımlık ziyafetlerle işin hazımsızlık kısmından kurtulmamız mümkün değildi. Haksız da sayılmazlardı aslında.



Madem barlardan bahsettik size birkaç dans parçası önermeden edemeyeceğim.

Freemasons ft. Sophie Ellis Bextor- Heartbreak make me a dancer

Serge Devant- Addicted

Not: Bu arada 2012’ye gittim. Ben klasik bir Amerikan filmi izleyeceğimden emin olduğumdan fazla hayal kırıklığına uğramadım. Elbette her şey abartılıydı. Kahramanlar yaratıldı, imkansızlar başarıldı falan filan ama ben her şeye rağmen etkilendim filmden. Açıkçası bana ölüm korkusunu, çaresizliği, kaçışın, kurtuluşun olmadığını iliklerime kadar hissettirdi. Anlaşılan ben ölmekten deli gibi korkuyormuşum. Ya da şöyle ifade etmek daha doğru olacak; zebil gibi, karınca sürüsü gibi binlerce insanla birlikte değersiz şekilde ölmek ve aslında her şeyin ne kadar anlamsızlaştığını görmek beni korkuttu. İçim daraldı ama görsel efektler bana göre iyiydi. Teknikten anlayan arkadaşlara karşı saygımın sonsuz olduğunu da ayrıca belirmek isterim.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok hoşuma gitti bu yazın...güliz