8 Kasım 2009 Pazar

ÖZEL GÜNLERE GICIĞIM BİRİ HARİÇ

Özel günlere karşı gıcığım var benim. Sevgililer günü mesela en sevmediklerimdendir. Yanlış anlaşılmasın sevgililerimi bir türlü o güne denk getiremediğimden, romantik hediyeler alamadığımdan, mum ışığında yemekler yiyemediğimden değil kesinlikle. Derdim konsepte gereğinden fazla anlam(para) yüklenmesi. Tamam vaktinde aşık olup sevdiğine kavuşamadan ölmüş olan sevgili arkadaşımız Valentinus’un ardından Romalılar sevgililer günü kutlar olmuş anladık da konseptin benimle alakası nedir? Benim ilişkim için manası nedir? Anlayacağınız 14 Şubat kutlamaları bana pek sahte gelir. Öte yandan 14 şubatda ciro patlaması yaşayan çiçekçiler, restoranlar ve özellikle iç çamaşırcılar için sevinmiyor da değilim. Maksat ticari hayat canlansın.Gelelim yılbaşı kutlamalarına.. 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gecenin de maalesef benim açımdan diğer gecelerden hiç farkı yok. Benim için yılbaşı, aile büyüklerinin bir araya gelip soba üzerinde kestane ısıtıp TRT 1 ‘de Emel Sayın, Zeki Müren ve bilumum dansözün izlendiği, tombala oynanan bir geceden ibaretti. Şimdiyse camlar renkli ışıklarla süsleniyor, yapma ağaçlara saçma sapan süsler asılıyor ve mutlaka dışarıda maç kazanmış gibi sevinçle dolaşan kalabalıklara karışılıyor. Belki bazıları için yeni yıl, yeni başlangıçları falan ifade ediyor olabilir ya da güzel geçen yıla anlı şanlı veda etmek istenebilir de ne gerek var bu kadar zahmete ve masrafa girmeye? Zaten normal günde bile ite kaka ilerleyen İstanbulum’un trafiği yılbaşı gecesi ilerlememek suretiyle kilit kelimesinin anlamını iliklerimize kadar bize yaşatır. Sonrasında gideceğiniz mekandan ise normal zamanda aynı şeyleri yiyip içip 50 lira verecekken sırf yılbaşı gecesi diye 150 kağıt ödeyip çıkılır. Kısacası çok büyük coşkuyla girilmek için çaba harcanan yeni yıla, oranızı buranızı dürten kalabalık ve poponuzda bir kazıkla giriverirsiniz. Neyse tekrar ediyorum tüccarımız kazansın mühim değil.


Gelelim doğum günlerine ve orda biraz duralım. Otuz birinci yaşıma alışmaya çalıştığım şu günlerde yeni bir farkındalık daha yaşıyorum. Her yıl saat tam on ikiyi bir gece heyecanla telefonuma bakmaya başlarım. Elbette doğum günümün hatırlanıp kutlanması çok hoşuma giderdi ama öyle abartılı kutlamalar bana göre değildi. Yani dünyaya gelip, topluluğa karışıp hayatımı ince ince kurmaya çabalayan varlığımı, beni aşan doğum günü partileriyle kutlamak adetim değildi hiç. Zaten aileden de böyle bir ihtimam görmemişiz. Her Allahın günü illaki masrafa soktuğum ailem bir de doğum gününde hediye almayı gereksiz bulurdu. Ergenliğe kadar minik arkadaşlarla, kocaman annelerle kutlamıştık zaten doğum günlerini. Şimdi eşek kadar olmuşum, utanmadan bakın ben bir yaş daha büyüdüm diye doğum günü organizasyonları yapıp hediye almayı istemeden de olsa zorunlu kılıp bir de üstüne yemek masrafını ekletecek değildim. Oysa bu yaşıma kadar bakıp da göremediğim bir gerçek varmış. Doğum günleri, doğum günü sahibi tarafından değil tam aksine sevdikleri tarafından kutlanan bir günmüş. Dünyaya geldiğin için onurlandırıldığın ve varlığının sevdiklerin için anlamının ifade edildiği bir günmüş doğum günü. Otuzbirinci yaşımda yaşlandıkça hayatımdaki yerleri sağlamlaşan dostlarım yaptıkları sürprizleriyle, güzel temennileriyle, içtenlikle alınmış hediyeleriyle onlar için önemimi en doğal en mükemmel şekilde bir kez daha vurguladılar.

Beklenmedik şekilde şımartıldığım, mutluluk çizgimin tavan yaptığı bugünü kutlamasız bırakamazdım. Longtable’ın rüküş dekorasyonunda, Bihter- Firdevs’in yalı şıklığında, sigaralı-sigarasız ayrımına ve müziklerin kulakları doldurmamasına rağmen harika bir gece yaşattınız bana tekrar teşekkürler….

1 yorum:

Adsız dedi ki...

....yazarak duygularını gizler yazarımız :)

lutfen geceyi biraz daha acalım, baska detaylar da okumak istioruz...

sevgililer gunu ve yılbasının arkasına sıgınıp dogumgununden uzaklasılmıs... kim oldugumu aciklamiyorum bi hayranın diyelim...