28 Ekim 2009 Çarşamba

31'E SAYILI GÜNLER KALA...

Neeee OOOTUZZZBİRRR yaşında mısın? İnanmıyorum hiç göstermiyorsun.. Yirmi iki yaşındayken ne kadar büyük gelirdi otuzlu yaşlar. Utanmadan otuz yaşlarındaki insanlara yaşlı bile dediğim olmuştur. Otuzlara geldik, gördük ki durum hiçte yirmilerden bakıldığı gibi değilmiş.


Geçenlerde birkaç arkadaşımla oturmuş ilişkilerden konuşuyorduk. Konu döndü dolaştı yaşlanmamıza geldi. Biri erkek diğeri kız olan yaşıtlarım ‘keşke on sekizimize dönebilsek’ dediler ve kesinlikle onaylayacağımdan emin ama yine de ‘Evet ben de isterdim’ i yüksek sesle duymaya aç gözlerle bana baktılar. Şöyle bir düşündüm, daha önce hiç düşünmemiştim. Asılı kalınan bu zaman diliminde, konu dağılır diye beklerken arkadaşlar ısrarla gözlerimin içine içine daha büyük bir baskıyla baktılar. ‘Ben de’ desem rahatlayacaklar ve konu hemen değişecekti biliyorum. Ama diyemedim. Bazen bu gereksiz dürüst ve muhalefet yanımın katili olmak istiyorum. Zira beni, içinde bulunmaktan sıkıldığım tartışma ortamlarına, aslan kafesine atılan etler gibi bıraktıkları çok olmuştur. Artık ürkütücü olmaya başlayan sessizliği dağıtmam farz olmuştu ve ben de ‘Neden isteyeyim on sekizime dönmeyi’ dedim. Yıllarca, önce aile tarafından sonra sırasıyla tüm eğitim kurumları tarafından üzerime yapıştırılmış yasaklardan, ayıplardan kendini tanıyamamış ne istediğini anlayamamış halime mi dönmeliydim? Önceden benim adıma verilmiş kararlara yarım aklımla tekrar mı uymalıydım? Manyaklar gibi kitap okuyup ‘her şeyi çözdüm, aşkı da yaşadım acıyı da’ modunda dolaştığım, ama dünyadan bi’haber olduğum komik zamanlarıma mı dönmek istemeliydim? Hepsi bir yana, halk içinde ‘tazelik’ olarak adlandırılan ergenlikten kurtulduğunu sanan ama hiçbir duyu organının tam anlamıyla yerini bulamadığı yüzüme mi yoksa gelişimini hala tamamlayamamış vücuduma mı dönmeliydim? Daha da korkuncu, halen kadın dergilerindeki saçma testleri çözerken bile zamanla yarıştığımı sanmama neden olan, güya zekamızın ve toplumdaki yerimizin belirlendiği o aptal sınavlara tekrar mı girmem gerekecekti? Bu bir kabus olmalı. Düşünüyorum ve yok diyorum ben yaşıma bayılıyorum. İşim var, kariyerim var, hayatla ilgili tüm algılarım açık, tamamen olmasa da çoğunlukla özgür sayılırım üstüne üstlük kim olduğumu ne istediğimi de anlamaya başlamışken deli miyim döneyim o yaşlara.. Konuşmamın ardından, herkesin isyan ettiği yaşına gayet haklı ve mantıklı sebeplerle sahip çıkmanın gururu paha biçilemez diye düşünürken, arkadaşım ‘ Ama sen şanslısın senin gözaltı torbaların yok henüz’ dedi ve tüm karizmamı bir nefeste dağıtıverdi.

Yalnız ,otuzlu yaşlara gelmenin bir olumsuz tarafı var ki gerçekten insanı Muro’nun deyimiyle ‘Lanet olsun içimdeki insan sevgisine ‘ dedirtecek noktaya getirebilir. Bu sabah, Türkçeye çevrilince kulağa hoş gelmediğinden İngilizcesini kullanmayı tercih ettiğim date denilen yemek-sinema klasiğini yaşamış olduğum biri aradı telefonumu. Date sonrası biri’yle uygun olmadığımızı anlamış kırıcı olmamak adına çağrılarını kibarca geri püskürtmüştüm. Ancak ortak arkadaşlarımız olduğundan arada bir karşılaşmaktan ve hayat nasıl gidiyor adı altında yaşanan sahte muhabbetlerden kaçamamıştım. Biri, hukuki bir konuda dara düşmüş ve ilk yardım çantası olarak da beni kullanmayı tercih etmişti. Uzun süredir aramadığın birisini işin düşünce aradığında, zart diye konuya giremez daha önceleri aramamış olmanın verdiği titreklik ve sorunuma çare ol ezikliği ile ne haber nasılsından dem vurursun önce. Bizim konuşmamız da farklı gelişmedi. Ben, birinin durduk yere aramayacağını bildiğimden sadede gelse diye kıvranırken, biri benim iyi olduğumu öğrendikten sonra ortak arkadaşlarımızdan Güliz’in nasıl olduğunu neler yaptığını sordu. Ben de, sabırla ve merakla ‘İyi, ne yapsın, aktivite insanı işte, toplantıları biter, korosu başlar, koro biter derneği başlar.. Koşturuyor durmadan.’dedim. Biri, konuya girmek için henüz erken diye düşündü ve belki de sonradan pişman olacağı ‘Ya bu kızın da girmediği ortam kalmadı ama bu yaşa geldi hala yalnız, yazık valla’ cümlelerini art arda sıralayıverdi. Bu arada birinin son bir buçuk yıldır evliliğe doğru giden bir ilişkisinin olduğunu dip not olarak düşmek isterim. Biri, ‘Bana basssss!!’ diye kırmızı alarm veren düğmelerime basıvermişti. Artık uzun süredir görüşmediğim evli ya da evlilik yolunda ilerleyen arkadaşlarımın gözlerini kısarak ‘sende hala yok mu bişi? ’ sorularına sinirden kudurduğum halde ‘kısmet’ diye cevaplandırdığım sabırlı tavrımdan eser kalmamıştı. Telefonun diğer ucundaki zavallı çocuğu yaklaşık olarak beş dakika boyunca laflarımla dövdüm. Önce yalnız olmanın sanıldığının aksine acınacak bir durum olmadığını sonrasındaysa toplumun, otuzuna gelmiş ve bekar kadınlara ‘işin bitmek üzere’ paniğini yaşatmasının ne kadar saçma olduğunu kendimce açıkladım. Biri, eli mahkum katıldı sözlerime. Tek derdi yaşadığı hukuki soruna çözüm bulmak olan arkadaşa gereksiz şekilde patlamıştım kuşkusuz. Onun hatası, otuzlarında ve bekar bir kadın olmanın acınası bir durum olduğunu vurgulayan bininci insan olmasıydı.

Evet itiraf ediyorum sevgili arkadaşlar, otuz birimi doldurmama sayılı günler kala derdim, yaşlanıp, buruşmak değil. Monica Belluciler, Nebahat Çehreler ve genlerim sağ olsunlar bu konuda moral düzeyimi her geçen yıl daha da arttırıyorlar. Derdim, otuzlarında ve bekar olmak hiç değil. Aksini iddia eden yaklaşık elli milyon insana rağmen. Benim derdim başka, bambaşka…

4 yorum:

lavbug dedi ki...

senin derdin ne :)

Jilfeym dedi ki...

heyecanla okudum!gülfem

Adsız dedi ki...

ağzımın dolusuyla 35 otuzbeşşşş diyorum lakin gel gör ki yeni tanıştığım kişiler 28 en fazla 30 diyorlar ve tabi moralim yerine geliyor:)

Adsız dedi ki...

hahah bu aksam beraberdık ve ben sana 'aaaa hıc gostermıyosun dedım' gercek bır saskınlıklaa:)) tabi başkaları da demıştır o ayrı:)
merve