BÖLÜM IV
Gözüme uyku girmiyordu. Aslında bu, çok da alışık olmadığım bir durum değildi. Her gece en az bir saat yatağı bir ucundan diğer ucuna turlamak adettendi. Bir çeşit işkenceydi aslında uyuyamamak; sabah erken kalkman gerekmektedir ancak bir türlü uykuyu yakalayamazsın üstelik uykudan kaçan her dakikanın sabah aleyhine kullanılacağının da farkındasındır. Kafasını yastığa koyduğu anda uyuyabilen insanlara hep imrenmişimdir. Ama bu seferki uykusuzluk halim farklıydı.
Her zaman planlı hareket etme saplantılıydım. Öylesine bir saplantıydı ki bu planlarım daha iyi bir hale dönüştüğünde bile saçma bir şekilde sinirlenmekten kendimi alamıyordum. Her şey kafamda yarattığıma uygun olmalıydı ama çoğu zamanda olmazdı. İşte yine aklımın ucundan dahi geçmeyen her şey başıma gelmişti. Kontrol benden çıkmıştı ve bu durum beni aşırı derecede huzursuz ediyordu.
Bu sabah yine sürünerek kalkmıştım yatağımdan. İçimde itiraf etmek istemesem de Onur kaynaklı heyecanla coşku arası kıpırdanmalar vardı. Böyle hissettiğim günlerde özellikle güzel giyinir ve kendime mükemmel bir makyaj yapardım. Hele de akşama onu görmem söz konusuyken bu tarz ayrıntıları atlamam mümkün değildi. Gerçi bir yandan bu hisler yüzünden kendimi azarlamaktan geri kalmıyordum. Nedir yani olay bu kadar heyecana sebep olacak. İşe geldiğimde herkesin aksine bende pazartesi sendromundan eser yoktu. Suratıma aptal aşık gülümsemesi yapışmıştı ve ben engel olamıyordum. Sebebini anlamadığım bir şevkle tam gaz çalışmama mola verdiğim zamanlarda Onur’un mesajını açıp tekrar okuyordum. ‘Sen oturup evde yazacak biri değilsin, nerde yazıyorsan uğrayıp sana birkaç tüyo vermek isterim.’ Allahım adama bak mesajda bile ukalalığı elden bırakmıyor. Beni nerden tanıyordu ki. Oysa düşündüğünün aksine ben evde oturup yayıla yayıla yazmayı severim. Zaten notebookunu sağda solda açıp dünyayı kurtarıyormuş gibi davranan insanlara da gıcık olmuşumdur oldum olası. Neyse sonuçta ben adamla buluşmak istiyordum ve daha ilk buluşmadan onu eve davet etmek istemiyordum. Zaten ne çektiysem hep boyumdan büyük laflarımdan çekmişimdir. Mecbur alıcaz notebooku koltuk altına, oturucaz Starbucks’a.
İş çıkışında, iş yerimin hemen altındaki alışveriş merkezine Altı Nokta Körler Derneği’nin yardım standı açtığını fark ettim. Acelem vardı, daha kuaföre gidecektim ama standın hemen yanındaki bankamatikten para çekip de yardım amaçlı bu standı görmezden gelmem mümkün değildi. En nihayetinde ben görebiliyordum, hayat benim için daha kolaydı. Artık sebebi acımam mı yoksa ben de onlardan biri olabilirdim düşüncesi miydi bilmiyorum ama stanttan bir kalem aldım ve amcanın önüne 5 lirayı bıraktım. Amca masanın üstüne iki eliyle hafif hafif dokunmaya başladı. Şaşırdım ve bir sorun mu var dedim. Amca ‘Yok, parayı bulamadım da ‘dedi. O anda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Ben adam optik gözlük kullandığı için görüyor sanmıştım ve parayı hemen önüne bırakmıştım. Çok utanmıştım. Parayı alıp, eline doğru uzattım ve kusura bakmayın dedim. Ama o anda asıl yapmak istediğim; bankamatikteki ek hesabımdakilerde dahil tüm paramı çekip amcanın önündeki bütün kalemleri kucaklayıp kaçmaktı. Gözlerim dolmuştu. Neden bu kadar içim burkulmuştu. Ben kimim ki amcaya acıyorum. Evet belki o göremiyor ama belki de benden çok daha mutlu bir hayat yaşıyor. Birileri benim sahip olduğum şeylere sahip değil diye neden üzülüyorum. Derler ya ne olursan ol ne yaparsan yap içinde huzur yoksa asla tatmin olamazsın. Belki o eksik hissetmiyordu kendini. Belki de onlara kendilerini eksik hissettiren bizleriz. Tüm bunlar aklımdan geçerken kendimi kuaförün önünde buldum ve düşüncelerin yerini hızla heyecan aldı.
Onur’a söylediğim gibi Caddebostan Starbucks’ta yerimi aldım. Abartısız ama bakımlıydım. Normalde iş çıkışı berbat görünürüm. Saç baş dağılmış, makyajım akmış olur. Açtım önüme notebookumu ama yaz yazabilirsen. Sürekli etrafı kolaçan ediyordum. Kapıdan giren herkese bakıyordum. Tabi ki her birinin giyimi, saç kesimi, duruşu itinayla tarafımdan eleştiri yağmuruna tutuluyordu. Tanrım neden insanları olduğu gibi kabul edemiyorum. Ne var yani herkes benim zevkime göre mi giyinecek. Bırak kadın moda kurbanı olsun berbat kombinasyonlarla dolaşsın ya da o yeşile çalan sarı saç rengiyle kendini güzel sansın sana ne. Neden Starbucks dedim ki ben Türk kahvesi dışında kahve sevmem ki. Onu da o kadar kötü yapıyorlar ki içerken suratım kesin şekilden şekile giriyordur. Tam iki saat geçmişti aradan ve içeri giren yaklaşık 185 kişiden biri malesef Onur değildi. Defalarca telefonumu ve facebookumu kontrol etmiştim ama gelemeyeceğine dair bir mesaj yoktu. İlk önceleri sakindim ama zaman geçtikçe sinirleniyordum. Birinin geleceğim diye söz verip ardından gelemeyeceğini haber vermemesi büyük bir düşüncesizlikti. Umarım hastanesindir Onur yoksa bu yaptığınla o çok meraklı olduğun gül yüzümü asla göremeyeceksin. Çok saçma ama insanın aklından bunlar bile geçebiliyor işte. Ego tuhaf bir şey. Beni nasıl ekebilir. BENİ!! Halbuki ben ego denen içimdeki düşmandan hızla kurtulmaya çalışıyordum. Üstelik bu kurtulma çabası okurken her kelimesine katıldığım Eckhart Tolle’nin Var Olmanın Gücü kitabıyla daha da biliçlenmişken şimdi nasıl olurda aptal egonun esiri olurdum. Tüm bu çözemediğim matematik denklemi kadar zor sorunlarımla kendimi eve taşıdım.
Hala uyuyamıyordum. İşin kötüsü artık gözlerimi de kapalı tutamıyordum. Yavaşça yön değiştirmek isterken Onur beni kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Boynuma küçük bir buse kondurdu ve ‘Uyuyamıyor musun’ diye sordu. Ağzıma binlerce sözcük dizelendi ama hepsini yuttum ve sadece‘Evet’ dedim. ‘Yorma artık kafanı, bırak kendini şimdimiz var sadece’ dedi. Bu da ne demek oluyor? Sanırım beni delirtmek istiyordu. Benim gibi bir kontrol manyağı iki saat önce öldürmeyi düşündüğü adamın kollarında ve şu an olduğu gibi yarın da adama nasıl davranacağı hakkında en ufak bir fikri dahi yok. Bu adam benim sevgilim miydi artık yoksa bir gecelik mi olacaktı bu ilişki. Bunların hiçbirini planlamamış ve anı yaşayan bir adama zincirlerimi teslim etmiştim. Nasıl geri alacaktım?
Bu yazıyı (-de -da) ayrımı manyağı sevgili arkadaşlarıma ithaf ediyorum.
Gecenin şarkıları : Urban Species- Blanket
Gotan Project-Last tango in Paris
17 Ekim 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Sevgili İstanbullover,
"anı yaşamak" bütün erkeklerin fantezisidir, genelde çocuk ruhlarını ömür boyu koruyabildikleri için.
ancak çoğu bu konuda samimi değildir, insanı yer bitirir sonrasında.
sen, kahramanına söyle, yemesin bu numaraları.
akıllı kıza benziyor çünkü:)
öperim.
gülfem
Yorum Gönder